Hümanizm Ne Demek?
Hümanizm, hümanizma veya diğer adıyla insancıllık; felsefi bir kavram olduğu için farklı kaynaklar tarafından farklı şekillerde tanımlanabilir.
Hümanizm; felsefe, tarih ve sosyoloji gibi bilimler açısından bir dönüm noktası olarak kabul edilmektedir. Bunun nedeni insanların kollektif yaşam tarzından sıyrılıp bir birey anlayışı edinmeleridir.
Hümanizm Tanımı
İnsancıllık: Eski Yunan ve Latin kültürünü en yüksek kültür örneği olarak alan ve Orta Çağın skolastik düşünüşüne karşı XIV. yüzyılda doğan felsefe, bilim ve sanat görüşü, insancılık, hümanistlik, hümanizm, hümanizma.
Türk Dil Kurumu (sozluk.gov.tr)
Hümanizm: İnsan ruhu ve duygularının bir din veya tanrı olmaksızın memnun olabileceği düşüncesini temel alan inanç sistemi.
Cambridge Dictionary (dictionary.cambridge.org)
Hümanizm: İlahi veya doğaüstü kavramlar yerine insanı önemli gören ve insanı merkeze alan rasyonal bir bakış açısı veya sistemli düşünce.
Lexico Dictionary (lexico.com )
Hümanizm Nedir?
Hümanizm, günümüzdeki anlamını 13. ve 14. yüzyıllarda kazanan, Kuzey İtalya‘da başlayan ve Avrupa ana karası ile İngiltere’ye hızla yayılan bir eğitim sistemi ve sorgulama şeklidir. İnsanı merkeze alan çeşitli Batılı inanç, yöntem ve felsefeleri yerine de kullanılabilir.
Rönesans Hümanizmi olarak da bilinen tarihsel kavram, sahip olduğu derinlik ve kapsayıcılık nedeniyle Rönesans’ın Rönesans olarak -yani Orta Çağ’dan sonra bir dönüm noktası olarak görülmesinde- etkili olmuştur. Aslında Rönesans, tarihçiler tarafından çok sonradan uydurulan bir sözcük olsa da bu dönemin temel fikri, insancıllık kökeninin yenilenmesi ve yeniden ayağa kalkmasıdır. Nitekim hümanizm kavramı felsefi temellerini Rönesans’ın henüz erken zamanlarında kazanmış ve Rönesans sonrası dönemde bile popülerliğini korumuştur.
Hümanizm’in Tarihi
İnsanı merkez olarak kabul eden düşünce, ideoloji ve akımlar MÖ 1500’lü yıllardan beri çeşitli filozof ve dini liderler tarafından dile getirilmektedir. Bu kişiler Hümanist düşünce anlayışının temelini atsalar da, Hümanizm’in kurucuları arasında sayılmamaktadırlar. Bunun temel nedeni, Hümanist düşüncenin felsefi temele sistematik olarak oturtulamamasıdır. Bu sistematik, Rönesans döneminde elde edilebilmiştir.
Ayrıca Hümanizm’in farklı bölgelerde ve farklı zamanlarda ortaya çıkması, bu şekilde bir düşünce yönteminin felsefi ve tarihi açıdan doğal ve rasyonel olduğunun da bir göstergesi sayılmaktadır.
Doğu’daki Gelişimi
Hindistan
MÖ 1500’lü yıllarda Hinduizm’in ilk kutsal metni kabul edilen Rig Veda‘nın önemli kısmı yazılmıştı. Rig Vida, ağırlıklı olarak kuşkuculuğa (septisizim) ve agnostizimin ilk kayıtlı ifadelerine yer veriyordu.
Sonraları Hint felsefi sistemleri benzer şekilde insan merkezli felsefeler oluşturarak olağanüstü olayları reddettiler. Metinleri MÖ 600’lü yıllardan sonra yazılan Hint materyalizminin Lokayata topluluğu, maddi dünyadan elde edilen bilgileri kullanarak evrensel gerçekleri ortaya koymaya çalıştı.
İran
Aynı zaman aralığında Zerdüşt, İran‘da tanrıların varlığını kabul ediyor ancak her insanı özerk düşünürler olarak tanımlıyordu: Seçim hakkına sahip olan ve seçimlerinden sorumlu olan düşünürler.
Çin
Aynı dönemde Çin‘de ise Taoizm savunucusu Lao-Tzu, doğaüstü kavramlar yerine insan değerlerini temel alan inançlarını savunuyordu.
Yunanistan
Yunan filozoflar da Dünya’ya tanrıların olağanüstü olaylarıyla değil de insan gözüyle bakmaya çalışıyorlar, insanı anlamaya ve anlamdırmaya çalışıyorlardı. Birkaç yüzyıl sonra Epiküros MÖ 300’lerde ölümden sonraki hayatın varlığını reddetti ve tanrının varlığını sorguladı.
İslam Coğrafyası
Ortaçağ boyunca (400-1400) Hümanist fikirler İslam dünyasında da gelişti. Bunun nedeni konuşma özgürlüğünün sağlanması ve akılcı ortamın yaratılması olarak görülebilir.
Erken dönem İslam Hümanizmi, bir tanrının var olduğu ancak tanrının yarattıklarına seçim hakkı verdiği düşüncesine dayanıyordu. İnsan, yaptığı seçimlerin sorumluluklarına sahipti. Bu sorumluluk bilinci ile insan hayatının tanrı merkezinde değil insan merkezinde yönetildiği sonucuna varabiliriz. İslam filozofları ve Cebriyeciler hariç İslam kelâmcıları bu şekilde düşünüyorlardı.
Batı’daki Gelişimi
Doğuda Zerdüşt ve Lao Tzu’nun benzer felsefeler oluşturmaları gibi Yunan filozoflar da olağanüstü olayların varlığını reddediyorlar ve empirizmi (deneycilik) benimsiyorlar, evreni anlamanın en iyi yolunun bilgiden geçtiğini düşünüyorlardı. Sokrates’in öğretmenlerinden Anaksagoras, uzayı ve evrenin doğasını yorumlamak için maddesel araçları kullanmıştır. Kendisi evrenin hep var olduğunu öne sürdü, ancak bir zamanlar kaotik kütlede küçük fragmentler formunda bulunduğunu da ekledi. Maddesel (materyalist) dünya görüşü, Atina’dan sürgün edilmesine neden olmuştu.
Humanitas kavramını ortaya atan kişi olarak tanınan İtalyan filozof Cicero, insanın diğer canlılardan farklılıklarını şu şekilde açıklamıştır: düşünebilmek, konuşabilmek, barışçıl toplumlar halinde yaşamalarını sağlayacak kanunlar oluşturabilmek.
Humanitas kavramı ise insanın akla sahip olmasına, düşünebilmesine ve bu sayede sanat ile evreni anlamasını anlatıyordu. Bunların yanında hayırseverlik ve barış içinde yaşamayı da içine alıyordu.
1800’lerin başında İngiltere’de hümanizm kavramı eğitimi anlatmakta kullanıyordu. Buradaki eğitimden kasıt klasik dönem öğreniminin (Antik Yunan ve Roma) yeniden canlandırılması gibi düşünülebilir. Ancak 1800’lerin ikinci yarısında Fransız Aydınlanması‘nın gerçekleşmesi, bu kavramın içeriğini biraz değiştirdi. Bu dönemde iyilik ve hayırsever toplulukların ortaya çıkışıyla hümanizm, insanlığı iyileştirilmesi ve insanların bilgilendirilmesi anlamında kullanılıyordu.
Sonuç olarak hümanizm, insanlığın bir ahlak felsefesi haline geldi: Olağanüstülükten uzaklaşıp insan ihtiyaç ve yeteneklerini merkeze alan bir felsefe.
Günümüzde ise Hümanistler birçok farklı gruba ayrılmışlardır. Örnek olarak Hümanizm’i bir din olarak görenleri veya yalnızca bir dünya perspektifi olarak görenleri sayabiliriz. Tanrının varlığının kabul edilip edilmemesi de ayrı bir tartışma konusudur, bir uzlaşım sağlanamamıştır.
Rönesans Dönemi ve Önemli Hümanistler
Francesco Petrarca (1304-1374)
Rönesans’ın ilk Hümanist müjdecisi olarak kabul edilir ve Hümanizm’in kurucularından biri sayılır. Klasik Roma kültür ve edebiyatına duyduğu hayranlıkla bilinmektedir. “ilk modern adam” sıfatıyla tanınmaktadır. Canzoni de dahil olmak üzere eserlerini insanî duygularla kaleme almış, doğa ve aşk gibi konuları sembol olarak değil bir gerçeklik olarak ele almıştır.
Giovanni Boccacio (1313-1375)
Petrarca’nın yolundan gitmiş, eski mitoloji ve edebiyatı anlama yönünde çalışmalar yaptı. Bilinen en ünlü eseri Decameron‘dur. Bu eser aynı zamanda yazılan ilk hikaye olma özelliğini taşır.
Petrarca ve Boccacio ile başlayan akım, kısa sürede pek çok destekçi kazanmıştır. Kullandıkları zarif Latince, ortaçağ Latincesinden çok daha etkiliydi ve saygı görüyordu. Zamanla Roma kültürünün asıl kaynağına, Yunan eserlerine inilmeye de başlandı, ancak Petrarca ve Boccacio Yunan kültüründe pek başarılı olamamışlardı.
Manuel Chrysoloras (1355-1415)
Yunan kültürü, İstanbul doğumlu olan Chrysoloras ile derinlemesine anlaşılabilmiştir. Birçok hümaniste dersler vermiştir.
Chrysoloras’ın ardından daha fazla Rum bilim adamı İtalya’ya geldi: Trabzonlu Georgios (Yorgis), İoannis Argyropoulos, Gemistos ‘Plethon‘ ve Basilius Bessarion. Bu bilim insanlarından bazıları, Türk (Osmanlı) tehlikesi nedeniyle İtalya’ya göç ediyorlardı. Nitekim bilindiği gibi 1453 yılında İstanbul, II. Mehmet tarafından fethedilmiştir. Ancak Rum aydınları arasında tutucu ruhban sınıfı ve bilim insanlarının Osmanlı saraylarında güzel şekilde ağırlandıkları bilinmektedir. Örneğin Gemistos Plethon İtalya’ya gitmeden önce bir süre Edirne’de Murad’ın sarayında bulunmuş, Mora’ya gitmiş ve buradan İtalya’ya geçmişti.
Plethon ve Bessarion, skolastiği temsil eden Aristo felsefesi yerine Platon felsefesini ve neoplatonizmin yayılmasında etkili olmuşlardır. Bunun gerçekleştirilmesinde Yunanca bilmeleri etkili olmuştur. Ayrıca Bessarion Roma’da Papa tarafından kardinallik makamına getirilmiş ve sanat ve bilim adamlarını korumuştur. Roma’daki ilk Akademiyi de kurmuştur.
Öte yandan Fatih Sultan Mehmet ise açıkça hümanistleri destekliyor ve himaye ediyordu. Fatih’in sarayında Yunanca eserlerle kütüphane kurdurduğu bilinmektedir.
Lorenzo Valla (1405?-1457)
Eleştirel hümanizmin kurucularından sayılmaktadır. Bu eleştirellik, ileriki dönemde doğrudan Dinde Reform yapılmasına neden olacaktı. Dinin yalnızca bir inanç işi olduğunu göstererek skolastiği tamamen çürüttü. Klasik Latincenin en önemli eserini yazdı: Elegantiae. Bu eserle Latince’nin dil bilimi kurulmuş oldu. Kilisenin dayandığı temellerden biri olan Constantin’in Hibesi‘nin uydurma olduğunu kanıtladı.
Nicolaus Cusanus (1401-1464)
Hümanist döneminin en büyük ikinci sistemcisi kabul edilir. Yeni hümanizmle skolastik Ockham felsefesini ve Hristiyan mistisizmini geniş bir sistem içinde toplamaya çalıştı. Gazalî’nin İslam’da yaptığı işi Batı’da yapmıştır diyebiliriz.
Özetle Hümanizmin 15. yüzyılın ortalarına doğru yalnızca edebiyat alanından çıkıp günlük hayata etki ettiğini görüyoruz. Yüzyılın ikinci yarısında hümanizm daha Platoncu bir karakter kazanacaktır. Ayrıca hümanizmin bu yeni yüzü sanat üzerinde etkiden geri kalmayacak ve 15. yüzyılın başında realist olan sanat, yüzyılın sonunda daha idealist bir karakter kazanacaktır.
Diğer ünlü hümanistler ise şu kişilerdir:
- Coluccio Salutati ,
- Louis Marsili
- Leonardo Bruni
- Poggio Bracciolini
- Macillio Ficini
- Giovanni Pico della Mirandola
Floransa’da ortaya çıkan akım, çok kısa sürede İtalya’da ve ardından tüm Avrupa’da popüler olmuştur. Rönesans ve Hümanizm’e en büyük desteği Floransalı Medici ailesi ve Lorenzo de’ Medici sağlamıştır.
Floransa’dan sonra ikinci bir merkez de Roma’ydı. Tıpkı Mediciler gibi bazı Papalar da Hümanizm akımını destekliyordu: V. Nicholas ve II. Pius gibi. Sanatçıları ve bilim adamlarını himaye ediyorlardı. Papaların bu tavırları, dinin çeşitli sanat dallarında da işlenmesi sonucunu doğurdu. Kilise duvarlarına yapılan freskler ve yapılan tablolarda ilahi figürlerin kullanılması buna örnek olarak verilebilir.
Üçüncü merkez ise hiç kuşkusuz V. Alphonse zamanının Napolisidir. Alphonse kütüphaneler kurdu ve bir akademi açtı. Lorenzo Valla’yı himaye etti. Ancak yüzyılın ikinci yarısındaki savaş ve kargaşa ortamı Hümanizm ve Rönesans kavramlarının buradaki gelişimine engel oldu.
Dördüncü merkez ise Venedik kabul edilebilirdi. Ancak Venedik 15. yüzyılda bu akımların dışında kalmış ve ancak 16. yüzyılda katılabilmiştir.
Şimdi Hümanizm’i öğrendin, peki Lorenzo de’ Medici’yi de tanıyor musun?
Orta Çağ ve Yeni Çağ tarihine ilgilisin sanırım? Engizisyon’u da sakın kaçırma
Kaynaklar
- http://sozluk.gov.tr/
- https://dictionary.cambridge.org/dictionary/english/humanism
- https://www.lexico.com/en/definition/humanism
- https://www.britannica.com/topic/humanism
- https://rlp.hds.harvard.edu/religions/humanism/history-humanism
- https://rlp.hds.harvard.edu/religions/humanism/belief-god
- Halil İnalcık, Seçme Eserleri-V, Rönesans Avrupası Türkiye’nin Batı Medeniyetiyle Özdeşleşme Süreci, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2016, s. 55-67