İstanbul'un Fethi

İstanbul’un Fethi

İstanbul (o zamanki adıyla Constantinople), Roma İmparatoru I. Constantine tarafından MS 324 yılında kurulmuş ve bin yıldan uzun süre Doğu Roma İmparatorluğu‘nun (diğer adıyla Bizans İmparatorluğu) başkentliğini üstlenmiştir. Şehir, bu süre zarfında uzun süren kuşatmalar atlatmış ve birçok iç isyana sahne olmuştur. 13. yüzyılda bir süre 4. Haçlı Seferleri sırasında Haçlılar tarafından da ele geçirilmiş, ancak ardından şehrin kontrolü tekrar Doğu Roma İmparatorluğu tarafından sağlanmıştır. O dönemlerde şehrin surlarının aşılması imkansız olarak görülüyordu. Ancak Sultan II. Mehmet, sahip olduğu güçlü toplar ile ticari, dini ve siyasi açıdan oldukça önemli olan bu şehri 29 Mayıs 1453’te ele geçirmeyi başardı ve İstanbul’un Fethi gerçekleşmiş oldu.

Ele Geçirilmesi Mümkün Olmayan Kale

Şehir, çok fazla savaş ve kuşatma görmüştü. Araplar, 674-678 ve 717-718 yılları arasında iki kez kuşatma gerçekleştirdiler. Bulgar Hanları Krum ve Symeon, iki kez kuşatma gerçekleştirdiler. Ruslar ise (Kiev bölgesinde yaşayan Vikinglerin altsoyları) 860, 941 ve 1043 yıllarında şehri ele geçirmeye çalıştılar. Ancak hepsi başarısız oldu. Bir isyan ve kuşatma girişimi ise 821 ve 823 yılları arasında Slav Thomas isimli bir Bizans komutanı tarafından gerçekleştirildi. Ancak bu girişim de başarısız olmuştu.

Şehrin ele geçirilememesinin nedeni ise, şehrin deniz kenarındaki konumu, Bizans’ın donanması, o dönemlerde formülü gizli olan Yunan Ateşi ve en önemlisi, şehrin dayanıklı II. Theodosius Surları’ydı.

Yarımadanın kara tarafında şehrin ünlü üç kattan oluşan surları, II. Theodosius (408-450 arası Bizans’ı yönetti) döneminde yapıldı. Ardından ise Marmara Denizi’nden Haliç’e kadar 6.5 kilometrelik sahil hattı boyunca uzatıldı ve 439 yılında tamamen bitirilmiş oldu.

II. Theodosius Surları

II. Theodosius Surları (Temsili)

Şehre saldırmaya kalkışanlar ilk önce 20 metre eninde ve 7 metre derinliğinde, gerektiğinde su ile doldurulabilen hendeklerle karşılaşıyorlardı.

Hendeğin arkasında, üzerinde askerlerin devriye gezip hendeği gözetlediği bir dış sur vardı.

Bu surun arkasında ortada bulunan ikinci bir sur vardı; burada ise normal kuleler ile iç teras bulunuyordu, bu sayede ilk duvara ve hendeğe gelen düşmanları vurabiliyorlardı.

Bu ikinci surun arkasında ise son olarak üçüncü bir devasa iç sur vardı. Bu sur ise 5 metre kalınlığında, 12 metre yüksekliğinde ve düşmanı izleyen 96 kuleden oluşuyordu. Her kule, 20 metre uzunluğundaydı ve 70 metre aralıklarla yerleştirilmişti. Sekizgen veya kare yapılı bu kuleler, üç top kapasitesine sahipti. Ortadaki ikinci surun kuleleri ise öyle yerleştirilmişlerdi ki iç duvardan düşmana karşı yapılacak herhangi bir atışı etkilemiyordu. Dış duvarla iç duvarın arası ise 60 metreydi.

İstanbul’u almak için hem iyi bir ordusuna hem de iyi bir donanmaya ihtiyaç vardı. Ancak o zamana kadar hiç kimse bu şehrin güçlü surlarını aşamamıştı. Kısaca İstanbul, Orta Çağ’ın aşılması en zor kalelerden birisiydi.

Ancak işler değişmeye başlıyordu. 800 yıl boyunca başarıyla savunulan şehir, 1204 yılında 4. Haçlı Seferi sırasında Haçlılar tarafından ele geçirildi. Ancak bu ele geçirmede suç surlarda değildi çünkü içeriye surlar yıkarak girilmemişti. Dikkatsizce açık bırakılan bir kapı böyle bir duruma neden olmuştu.

VIII. Michael döneminde Haçlıların neden olduğu tüm zararlar tamir edildi ve şehir yeniden kırılması zor çetin bir cevize dönüştü. Ancak bu ünvan, her zamankinden daha güçlü, istekli ve hırslı olan Osmanlılar nedeniyle çok da uzun sürmeyecekti.

Osmanlı İmparatorluğu

Osmanlı İmparatorluğu, küçük bir Türk beyliği olarak 13. yüzyılın sonlarına doğru Osman Bey tarafından Eskişehir yakınlarında kurulmuştu. Henüz 14. yüzyılın başlarında Trakya’yı ele geçirmeyi başarmışlardı. Edirne’yi başkent yapmışlar, Selanik ve Sırbistan gibi bölgeleri de ele geçirmişlerdi. 1396’da Niğbolu Muharebesi ile Haçlıları da yenmişlerdi. Bir sonraki hedef ise kuşkusuz yedi tepeli şehir İstanbul’du. Ancak Yıldırım Bayezid’in 8 yıl süren kuşatmasına rağmen şehir alınamamıştı.

Bir diğer Haçlı ordusu ise 1444’te Varna’da bozguna uğratıldı. Daha sonra, II. Mehmet tahta geçti. Genç Sultan; Boğazı kontrol altına almak, güçlü bir donanma inşa etmek, Ege Adaları’nı kontrol altına almak, Yıldırım Bayezid’in inşa ettiği Anadolu Hisarını güçlendirip Rumeli Hisarını inşa etmek ve büyük toplar döktürmek gibi kapsamlı hazırlıkların ardından Bizanslıları ve başkentlerini hedef aldı.

Bizans: Savunan Taraf

Bizans Döneminde İstanbul

1444’te Varna’da Haçlı birliğinin yok edilmesi, Bizanslıların artık kendi başlarına olduklarının bir göstergesiydi. Batı’dan önemli bir yardım beklenemezdi.

Zaten Batı Dünyası da Bizans’a yardım etmek için gönüllü değildi. 1054 yılında Büyük Şizma ile Katolik ve Ortodoks mezhepleri ayrılmış, Roma Katoliklerin, İstanbul ise Ortodoksların merkezi olmuştu. Yani aslında Papalık ve Bizans, birbirine düşman iki devletti. Ancak denize düşen yılana sarılır mantığıyla Bizans tek umudu Papalık’tan gelecek yardımda görüyordu. Papalık yardım için kiliselerin birleştirilmesi ve Katolikliğin üstünlüğünün kabul edilmesi gibi şartlar ortaya koymuştu.

Bizans’ın bu talepleri kabul etmekten başka çaresi yoktu. Din adamları bir araya gelerek kiliseleri birleştirme kararını onaylamıştı. Bunun üstüne Papalık sözünü tutarak bir Haçlı ordusu toplama kararı verdi. Ancak bilindiği gibi Papalık’ın ordusu sınırlıydı. Haçlı ordusu kavramı, diğer Avrupalı devletlerin ordu göndermesiyle oluşuyordu.

Bu zamanlar, Papalık’ın gücünü ve etkisini kaybettiği döneme denk gelmişti. Papalık, kiliselerin birleştirilmesiyle eski gücünü ve nüfuzunu yeniden kazanacağını umuyordu. İlk başta sadece Fransızlar ve Macarlar ordu göndermeyi kabul ettiler, sonra da verilen sözler unutuldu ve Bizans’ı korumak için bir Haçlı ordusu oluşturulmadı. Papalık’ın otoritesini arttırma çalışmaları da başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Papalık’tan yardım gelmeyince Bizanslı din adamları tekrar toplandılar ve kiliselerin birleştirilmesi faaliyetlerini iptal ettiler. Burada, “din” kavramının siyasi ve askeri çıkarlar uğruna nasıl kullanıldığını görebilirsiniz.

Venedikliler ve Cenevizliler içinse durum farklıydı. Bu iki ticaretle uğraşan deniz devletinin Bizans ile ticari anlaşmaları ve İstanbul çevresinde toprakları bulunuyordu. Bu sayede ticari faaliyetlerini rahatça yürütebiliyorlardı. Osmanlı tehlikesi, bu ticaret düzenini yıkabilirdi. Bu nedenle bu iki devlet, sınırlı güçleriyle de olsa Bizans’ı destekliyorlardı.

Venedikliler Nisan 1453’te iki küçük gemi ile 800 adam getirmişlerdi. Cenovalılar da bir gemi sözü verdiler, Papalık bile sonradan beş gemi sözü vermişti. Ancak bu gemiler, Osmanlı blokajı altındaki İstanbul’a ulaşamamıştı. Şehirdeki insanlar, yiyecek ve cephane depolamışlardı ve savunma sistemlerinin onları kuşatmadan bir kez daha kurtaracağını umuyorlardı.

Bizans tarihçisi ve savaşa tanıklık eden Georgios Sphrantzes’e göre şehirdeki asker sayısı 5.000’in bile altındaydı ve bu sayı ile 19 km uzunluğundaki sur hattının eşit şekilde savunulması mümkün değildi. Bunların üstüne sadece 26 gemileri vardı ve bu gemilerin çoğu da İtalyanlara aitti. Yani Bizanslılar asker, gemi ve silah bakımından oldukça yetersiz durumdaydı.

Bizanslılar, onları kurtaracak tek şeyin ilahi bir müdahale olduğuna inanıyorlardı. Daha önce yaşanan kuşatmalarda da ilahi bir müdahalenin gerçekleştiğine inanıyorlardı. Belki yeniden böyle bir şey gerçekleşebilirdi?

Dönemin Bizans hükümdarı XI. Constantine’di ve Loukas Notaras, Kantakouzenos kardeşler, Nikephoros Palaiologos ve Cenovalı kuşatma uzmanı Giovanni Giustiniani gibi göze çarpan askeri figürlerle birlikte savunmayı yönetme kararı aldı. Mancınıkları ve çabuk tutuşarak basınç sayesinde spreylenebilen Yunan Ateşleri vardı. Ancak savaş teknolojileri ilerliyordu ve güçlü Theodosius Surları, tarihin en sert saldırılarından birini görmek üzereydi.

Osmanlı: Saldıran Taraf

1452’de Mehmet, Çandarlı Halil Paşa da dahil olmak üzere Meşveret toplantılarında İstanbul’un Fethi isteğine karşı çıkanlara karşı şu sözleri söylüyordu:

Eğer Fetih mukadder ise surlar demirden bile olsa bizi alıkoyamaz. Bir kul içten bir niyet ile sevap kazanmak için hareket ediyorsa, Tanrı onu mahrûm etmez.

Bu sözün üstüne karşı çıkanlar bile “Ferman padişahındır.” dediler ve Fetih’i onayladılar. Bunun üstüne gemiler yapılmaya, ejderha gibi toplar dökülmeye ve eyaletlerdeki Beglere baharda orduya katılmaları için emirler gönderildi.

II. Mehmet, önceki kuşatmacılarda olmayan bir şeye sahipti: Top. Üstelik oldukça büyük olan toplardan. Aslında bu top fikri, ilk olarak Macar mucit Urban tarafından Bizans hükümdarına sunulmuştu. Ancak Constantine, topları pahalı buldu ve pek ilgi göstermedi. Bu durumun ardından Urban, Osmanlı hükümdarı II. Mehmet’e projesinden bahsetti ve II. Mehmet, Urban’a istediği meblağın tam 4 katını teklif etti. Bu korkunç ve güçlü silahlar, ilk olarak Boğaz’daki blokajı geçmeye çalışan bir Venedik gemisine karşı kullanıldı. Gemi ise sulara gömüldü, kaptan ise gemiden kurtulmayı başarmıştı ancak daha sonra yakalanarak esir edildi.

Savaşa tanıklık etmiş tarihçi Georges Sphrantzes’e göre Osmanlı ordusu 200.000 asker civarındaydı ancak modern tarihçiler 60.000 ile 80.000 arasında daha bir rakamın, daha gerçekçi bir olduğunu söylüyorlar. Halil İnalcık gibi tarihçiler ise 100-150 bin arasında olduğunu yazmışlardır.

Ordu şehrin önüne geldiğinde Bizanslılar ilk defa II. Mehmet’in toplarını görmüş oldular. En büyük olanı 9 metre uzunluğundaydı ve ağzı tam bir metre genişliğindeydi. 500 kilogramlık bir topu, 1.5 kilometreye kadar atabiliyordu. Ancak bu devasa topun yüklenmesi ve soğuması çok uzun sürüyordu, bu nedenle bir günde en fazla yedi kez ateşlenebiliyordu. Neyseki Osmanlılar günde 100 kez ateşleme kapasitesi olan küçük toplara da sahiptiler.

5 Nisan’da II. Mehmet, Bizanslıların teslim olmalarını istedi ancak Bizans İmparatorundan geri dönüş alamadı. 6 Nisan’da savaş başlamış oldu. Theodosian Surları ise parça parça döküldü, geriye yalnızca moloz yığınları kalmıştı. Bizanslılar, gündüz vakti kendi küçük toplarıyla ateş etmekten başka bir şey yapamıyorlardı. Gece ise düşman ilerleyişini yavaşlatmak için surları ellerinden geldiğince tamir ediyorlardı.

Hayatta Kalmak İçin Savaşmak

Şiddetli hücumlar 6 hafta boyunca devam etti ancak Bizanslılar iyi direniyorlardı. Şehrin limanını bloke eden Osmanlı saldırıları ve kara sınırındaki surları aşma girişimleri geri püskürtülmüştü.

Osmanlıların 20 Nisan Bozgunu

20 Nisan’da erzak ve silah taşıyan 3 Ceneviz ve 1 Bizans yelkenli kalyonu, Osmanlı blokajını geçmeyi başararak zincirin diğer tarafına geçmişti. Bu durum, Osmanlı ordusunda büyük bir moral kırıklığına neden olmuş ve bir yenilgi havası yayılmıştı. Askerden kaçanlar bile olmuştu.

Sultan II. Mehmet’in bu durumu büyük bir güvenle izlediği ve kendi donanmasının 4 kalyonu yok edeceğine kesin gözüyle baktığı söylenir. Kalyonların kaçmayı başarmasıyla atını denize doğru sürmüş ve çok sinirlenmişti. Fetih’e en başından beri karşı çıkan Çandarlı Halil ve diğer Meşveret Meclisi üyeleri, kuşatmanın kaldırılması için baskılarını arttırıyorlardı.

Meşveret Meclisi: Savaş ve saldırı planlarının görüşüldüğü meclis.

Kalyon: Küçük Osmanlı kadırgalarının birkaç katı boyutunda büyük yelkenli gemi.

Olaya tanıklık eden Tursun Beg, Mehmet’in gemileri kara üzerinden Haliç’e indirdiği sırada bu olayın yaşandığını yazmıştır.

Olaya tanıklık eden Nicolo Barbaro ise şu şekilde anlatmıştır: Çanakkale’den elverişli rüzgarla gelen 4 gemi, İstanbul önlerindeyken rüzgarın kesilmesiyle ortada kaldı. Bu sırada Baltaoğlu Süleyman komutasındaki Türk kadırgaları arkadan saldırırken diğer gemiler üzerlerine yürüyüp saldırdı. (Diğer kaynaklardan edindiğimiz bilgilere göre bu saldırı, Zeytinburnu açıklarında yaşandı.) Hristiyan gemileri güçlükle ilerlerken o sırada kuvvetli bir rüzgar çıktı, Kalyonlar hızla zincire doğru ilerliyorlardı. Haliç’teki iki Venedik kadırgası zincir dışına çıkıp kalyonları limana çekti.

Kritovoulos’a göre ise kalyondakiler 22, Türkler 100’ün üstüne kayıp vermişlerdi ve çok yaralı vardı.

Bu bozgun ile cesaretlenen Bizans İmparatoru, haraç ödeme ve birtakım kolaylıklar sağlaması karşılığında barış istedi. Teklif Osmanlı tarafından reddedildi.

Gemilerin Karadan Yürütülmesi

Gemilerin karadan yürütülmesi olayı doğrudur. Ancak bu olay sanıldığı gibi bir gecede yaşanmamıştır. Gemiler birkaç günlük çalışmayla yavaş yavaş taşındı ancak Haliç’e bir gecede indirildi. Bir gecede 70-72 Türk kadırgasını karşılarında gören Bizanslılar, bu gemilerin bir gecede indirildiğini sandılar ve bu şekilde yazdılar. Bir gecede karadan gemi yürütüldü efsanesi buradan gelmektedir.

Yine bilinenin aksine gemiler kaldırılarak veya omuzda taşınarak taşınmamıştır. Mehmet, gemilerin karadan taşınabilmesi için tomruklarla ray benzeri bir sistem inşa ettirmiş ve bunu yağlatmıştır. Taşınan gemiler de akılda canlandığı gibi yelkenli, ambarlı veya büyük gemiler değildi. Kürekle çekilen büyük kayık benzeri kadırgalar taşınmıştı. Gemiler, bu yağlanmış ray benzeri sistemin üzerinden çekiliyordu.

Yine bilinenin aksine bu olay tarihte bir ilk değildir. Daha önce ülkemizde Batı tarihi kaynakları bilinmediğinden veya araştırılmadığından dolayı gemileri karadan yürütme fikrinin ilk kez İstanbul’un Fethi esnasında ortaya çıktığına zannediliyordu. Ancak bu doğru değildir. Nitekim 1438-1439 yıllarında Adriyatik Denizi’ndeki Venedik gemileri’nin Garda Gölü’ne kara üzerinde benzer şekilde taşındığı bilinmektedir. Bu olaya, Galeas per montes adı verilmektedir. Bundan önce de Vikinglerin 835 yılında Paris Kuşatması’nda benzer bir yöntem kullandıkları rivayet edilmektedir.

Gemiler Haliç’e inince savunma hattı genişlemiş ve Bizanslılar dağılmak zorunda kalmıştır. 23 Nisan’da Haliç’te Kumbarahane-Defterdar arasına yapılan köprü ile Haliç surları da topçu ateşi altında kaldı. Bizans’ın 70-72 gemilik Türk donanmasını yakma girişimleri de sonuçsuz kalmıştı.

İmparator barış isteğini ve haraç teklifini yineledi. Osmanlı tarafından yeniden red geldi. Mehmet’in şu sözleri söylediği bilinir:

Buradan gitmem söz konusu değildir; ya ben şehri ele geçiririm ya da şehir beni ya ölü ya diri ele geçirir.  Eğer şehirden teslim olarak çıkarsan sana (İmparator’a) Mora’yı ve kardeşlerine diğer eyaletleri vereceğim; bu suretle dost oluruz, ancak şehre savaşla girecek olursam aileni, adamlarını ve seni öldürüp halkı esir edip mallarını yağmalattırırım.”

25 Mayıs bir dönüm noktası oldu. Surlarda büyük gedikler açılmıştı. Bizanslıların ümitlendiği Venedik gemilerinden de haber gelmiyordu.

Son Meşveret Meclisi ve Genel Taarruz Kararı

Sultan gecikmeden Genel Taarruz‘u başlatması gerektiğini anladı. Ağriboz’da demirleyen Venedik donanması İstanbul’a gelebilmek için rüzgâr bekliyordu. Macar Hunyadi ise ateşkesi hükümsüz kılmıştı ve Tuna Nehri’ni aşmaya hazırlanıyordu.

Son saldırıyı organize etme işi Zagaros’a verildi. Murâdiler yağma kararını duyurdular, ordu büyük şenlik yaptı. Aslında Sultan şehri barışla teslim almak istiyordu ancak İmparator ve 26 Mayıs Meşvereti, yağma ilanını zorunlu hale getirmişti.

İslam hukuna göre fetihten önce üç kez barış teklifi yapılması gerekiyordu. Eğer üçünde de red gelirse şehirde asker tarafından halkın esir, malların yağma edilmesi şeriatça onaylanmıştır. Teslim yoluna gidilmesi halinde ise gayrimüslimlerin canları, malları ve dini inançları serbest bırakılıyordu. (Bursa ve İznik bu şekilde alınmıştı.)

Bizans İmparatoruna son bir teklifte bulunuldu. Bu teklifte de şehrin sulhen Osmanlı yönetimine girmesi hâlinde kimsenin zarar görmeyeceği garanti ediliyordu. Ancak şehir savaşla alınacak olursa halkın savaş esiri sayılacağı ve malların yağmalanacağı söyleniyordu. İmpatator bu şartları kabul etmeyerek yalnızca haraç verebileceğini ve birkaç küçük tavizde bulunabileceğini söyledi. Böylelikle Genel Taarruz kararı kesinleşmiş oldu.

Mehmet, 29 Mayıs şafağında elindeki her gücü kullandı. İlk saldırı dalgasında top ateşinden sonra en acemi askerlerini gönderdi. İkinci dalgada, daha iyi ekipmanlara sahip birlikler gönderdi. Üçüncü ve son dalgada ise, en profesyonel yeniçerilerinden oluşan bir birlik göndermişti. Üçüncü dalga süresince, Bizanslılarda bir felaket ve çaresizlik süreci gözlemleniyordu, kadınlar ve çocuklar bile kale savunmasında kullanılıyorlardı. Üstelik bazı dikkatsiz Bizanslılar, Kerkoporta’yı (Canbazhane Kapısı) açık bırakmış, yeniçeriler ise bu kapı sayesinde surların içerisine girebilmişti. Hemen kulenin tepesine çıktılar ve Osmanlı sancağını diktiler. Ardından ise ana kapıya doğru ilerlediler ve diğerlerinin de içeriye girmesini sağladılar.

Venedikli tarihçi ve İstanbul’un Fethi’ne tanıklık etmiş Niccolò Barbaro’nun notlarından bir alıntı:

“(Bizanslılar) surların altından Türklerin, özellikle de yeniçerilerin geldiğini fark ettiler. 1-2 tanesi öldürüldüğünde, surların yakınlığını dikkate almadan aynı anda daha fazla Türk geldi ve ölüleri uzaklaştırdılar. Adamlarımız, silah ve arbaletle ölüleri taşıyanları hedef alıp ateş ediyorlardı. Türkler yine ölüyorlardı, bu sefer daha fazla Türk geliyordu ve yine ölüleri götürüyorlardı. Türklerin ölümden korkuları yoktu.”

Yıkım

Yeniçeriler şehrin içine girdikten sonra bazı Bizans askerleri şehri savunmaya çalışırken, bazılarıysa kendi ailelerini korumak için evlerine gitmişlerdi. Tam bu sıralarda büyük olasılıkla St. Romanos Kapısı yakınlarında İmparator Constantine’in öldürüldüğü söylenir, ancak kesin olarak bilmemektedir. Cesedinin bulunup bulunamadığı, hala bir tartışma konusudur.

İmparator, kuşatmadan günler öncesinde şehirden kaçabilirdi ancak kaçmayarak halkıyla birlikte kalmayı seçmişti. Ayrıca Constantine’in ölümünün bu bilinememezliği, çeşitli efsanelere de konu olmuştur.

Bu arada, şehre girilmesiyle birlikte yağmacılık başlamıştı. Şehir halkının bir kısmının esirlik edilmek yerine intihar etmeyi seçtiği rivayet edilmektedir. Ayrıca o gece 4.000 kişinin öldüğü ve yaklaşık 50.000 kişinin de köle olarak alındığı söylenmektedir. Birçok kişi, korunmak için Ayasofya başta olmak üzere çeşitli kiliselere akın etmiştir.

İstanbul’un Fethi’nden Sonra

Fausto Zonaro’nun II. Mehmed’in İstanbul’a Girişi Adlı Tablosu

Öğleye doğru Fetih’e olan inancını hiçbir zaman kaybetmeyen Mehmet, Fâtih ünvanıyla şehre girmiş ve İslami Sultan ve Türk Hakan ünvanlarının yanında kendisini Roma İmparatorluğu’nun varisi olarak görerek Kayser-i Rûm ünvanını da benimsemiştir. Fâtih, tüm bu ünvanlarla Tuna ve Fırat arasında, İstanbul ve boğazlar ekseninde eski Doğu Roma İmparatorluğu’nu ihya etti.

Fâtih, Loukas Notaras’a niye teslim tekliflerini reddettiklerini ve şehrin harap hâle gelmesine neden olduklarını sorduğunda, şu cevabı almıştı: “Venedikliler teslime karşı geldi.”

Derhal yağmacılığa bir son verilmesini ve Ayasofya’nın camiye çevrilmesini emretmiştir. 12 yıldır Hristiyanlık’ın sembolü olan böyle bir yapının camiye çevrilmesi, büyük bir yankıya neden olmasının yanında Osmanlı Devleti’nin gücünün bir sembolü de olmuştur. Mehmet’in bir sonraki işi ise şehirde hayatta kalan soyluları idam ettirmek oldu.

İstanbul hemen başkent ilan edilmemiştir. Şehir fethedildiğinde harap durumdaydı ve nüfusun da 10-20 bin civarına düştüğü tahmin edilmektedir. Fâtih, İstanbul’u vakıflara dayanan külliye-imaretleriyle muhteşem bir Türk-İslam şehri olarak yeniden inşa ettirdi. Nüfus azlığına ise çözüm olarak Anadolu’dan bazıları zorla bazıları istekle olmak üzere göçler gerçekleştirilmiştir. Topkapı Sarayı ise 1479’da tamamlanmıştır. İstanbul’un Müslüman karakterini kazanmasını sağlayacak pek çok eser 16. yüzyılda ve Mimar Sinan ile birlikte yapıldı: Fatih Cami, Bayezid Cami gibi…

Hristiyan halkın Piskopos II. Gennadeios rehberliğinde yaşamalarına izin verildi.

Fetih’ karşı çıkan Çandarlı Halil, tutuklandı ve öldürüldü. Yerine ise Genel Taarruz’u yöneten Zagaros getirildi.

Doğu Roma’nın köylü raiyyat statüsünü, vergi kanunlarını Raiyat Kanunnamesi ile ve Osmanlı-Türk devlet nizamını Fâtih Kanunnamesi ile düzenledi. Osmanlı İmparatorluğu yüzyıllar boyunca bu temeller üzerinde ayakta kaldı. Osmanlı İmparatorluğu’nun her bakımdan gerçek kurucusu İstanbul Fâtihi Sultan Mehmet’tir.

1460 Mora ile 1461 Trabzon fetihleriyle son Bizans kalıntıları da temizlenmiş oldu. İstanbul’un fethi hiç kuşkusuz dünya tarihinde önemli bir yere sahiptir. Roma İmparatorluğu ve Orta Çağ ile Antik Çağ arasındaki son bağlantı, İstanbul’un Fethi sayesinde son buldu.

İlginizi Çekebilir:

Yeni Çağ Gerçekten İstanbul’un Fethi ile mi Başladı?

Kaynaklar

Görseller

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir